Kitabı anlatmaya başlamadan önce
kitabı bana anlamlı kılan dostum
Fatma Zehra Sunay'ın mektubunda ki dizelerden
başlamak isterim.
Güneş... Yıldız...
Yol uzun, güzergâh zorlu; ne
demeliyim?
Zarif kardeşim benim,
Seni aldım yanıma, ikizimi almış yürüyor
gibiyim.
Sana yıldız sana güneş mi
demeliyim,
Günümde hayret gecemde hayret
istedim
Yer yer senin gibiyim ben yer yer
kendim.
İnsan olan yerlerim çok
ağrıyor,
Olsun, yine de sen kapanma, bu sıra
benim,
Yerine bırak ben incineyim.
Birhan Keskin
Uzun yol arkadaşlarım Sesil Yıldırım
ve kendisi ile beraber okuduğumuz Mucizevi Mandarin’in büyüsünden kurtulmak benim için biraz zor oldu. O nedenle Fatma’cığım uzun uzun araştırıp armağan ettiğin kitap ve dostluğun için çok teşekkür ederim.
Aslı Erdoğan'la daha önce Kabuk
Adam'la tanışmıştım.
Kelimelerine, uslubuna hayran
kaldığım bir yazar.
Kitap 141 sayfa fakat her cümlesi her
kelimesi o kadar derin ki sanki sayfalarca bir roman okumuş gibi oluyorsun kitabın sonuna geldiğinde.
Cenevre sokaklarında tek gözünü
yitirmiş bir kadın, hiçliğin arasında yok olmuş...
Kitap hakkında diyebileceğim tek şey, hani boğazın düğüm düğüm olduğunda söylemek istediğin o kadar çok şey vardır
da söyleyemezsin ya,
hani kalbin acır, yanmaz ama gercekten acır karşımdaki incinmesin
diye sakladığımız kelimeler vardır ya...
Bir kadının yüreğinin dağlanışı ancak
bu kadar güzel kelimelere dökülebilirdi.
Sevgisizliğin bir insanı yokedişi,
sevgi dilediğin kalplerin senden kaçışı,
pişmanlık, acı, ölüm...
William Golding'in dediği gibi
sevdiklerinize zaman ayırın yoksa zaman sizi sevdiklerinizden ayırır.
*Mandarin: Çin'de devlet memurluğu
yapan kişilere verilen ad.
Alıntılar...
“Bir şehir, ancak içinde sevdiğiniz
biri olunca yaşamaya başlar.”
"Süpermarketlerde satılan ürünler gibi, değişik marka
ve renklerden oluşsa da özünde aynı, ucuza mal olmuş, el sürmeden, ince eleyip
sık dokumadan üretilmiş insanlardan bıkmıştım. Dünyadan akıllıca yararlanma
isteğiyle dolu, açık vermekten, kendini kaptırmaktan, ruhunu çıplak bir halde sergilemekten,
zayıflıktan ve bağımlılıktan ölesiye korkan bir sürüden var gücümle nefret
ediyordum. Elbette, nefret dünyanın en kolay ve en zevkli işidir, kayıp bir
insanı uzun süre oyalayabilir, güçlendirir, sağ kalmasını sağlar."
“Şu ya da bu olduğu, sana şundan ya
da bundan söz açtığı için değil, seni sevdiği ve sana hep döndüğü, ona ne kadar
kötü davranırsan davran, bir kopek gibi sürekli geri döndüğü için birini
sevmek…”
"Ne olursa olsun, hiç ama hiçbir
şey o ilk anların yerini tutamıyor. Birbiriyle ilk kez bütünleşen bedenlerin
tutkuya ani kaçışları... İki ırmağın kavuşması kadar doğal ve coşkulu. Bir ömür
boyu sanki sadece bu anı beklemişcesine bedenler konuşuyor ve yeryüzündeki
herşey susup dinliyor. Yalnızlıklar unutulmuş, yaralar sarılmış, bu tehlikeli,
karmakarışık anlamsız dünyada sağ kalmaya çalışan korku dolu bir canlı bir
başka varlığa sığınıyor, gelip geçici güvenliğe, sahte bir cennete kavuşuyor.
Hayatın olağanüstü güzellikteki müziğini ansızın duyuveriyor. O müzik hep
oradaymış aslında ama o hiç durup kulak kabartmamış."
“Şefkat bazen nasıl da ona en çok
gereksinim duyanları paramparça ediyor.”
"Seni nasıl böylesine
hırpaladılar? Aşk sözcüğünü duyar duymaz karmakarışık korkulara kapılıp
gitmene; iki insanın birbirine en yakın olması gereken zamanlarda, uçuruma
yuvarlanır gibi kendi içine dönmene; bakman, istemen ve sorman gerektiğinde
başını öne eğmene; bedenin çırılçıplakken kafanı yastıkların altına gömmene kim
neden oldu? Senden neyi esirgediler?"
“Bir insan ne kadar kötü dövülürse dövülsün,
içeriden ya da dışarıdan, bedeni ya da ruhu ne kadar incinmiş olursa olsun,
yaşamı yeniden sevebilir. Yeter ki kafasını hep aynı duvarlara vurmaktan
vazgeçsin.”
“Varlığına inanmak zorunda olduğumuz
“gerçek”I arıyorsanız eğer, oyunlardan söz edenlerin ve oynayanların ortasında,
bence insanlara bakmayı öğrenin. Gizlerine, korkunç anlarına değil, yüzlerine
hiç değil. ( Çünkü insan yüzleri yalandır sözleri de özellikle sözleri. Dostum,
yazılmış ya da yazılmamış her sözün artık güç isteminden başka bir şey
olmadığının farkında değil misiniz?) Bir şey beklemeyin onalrdan. Bakın
yalnızca, bakışlarınızın sıcaklığında açılıp içlerini koybereceklerdir nasıl
olsa (tıpkı sizin gibi, benim bakışlarımda). Böylece öğreneceksiniz susmayı da
ağlamayı da.”
“Ancak sen ilgilendiğinde kanamaya
başladı yaralarım, oysa hep oradaydılar. Şu an parmaklarımla kan damlalarında
izini sürüdüğüm acı.
Gereksinim duyuyorum izlere, bir
zamanlar acı çektiğimi hatırlatmaları için bile olsa gereksinim duyuyorum
onlara. Zamanın geçip gitmesin, elimde hiç bir şey bırakmadan akmasına
dayanamıyorum çünkü. Oysa her iz doğduğu anda ayrılıp başkalaşıyor onu
yaratandan gerçekdışı oluyor. Herşey zamanla sahteleşiyor, yok oluyor,
yenileniyor.”
"Yaşlı ve çirkin bir mandarin*,
karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel ama taş kalpli
bir fahişeye gitmiş. Sabaha karşı yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen
genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. Ne var ki mandarin, tilki uykusundan
fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem
kalabalık, hem de işinin ehliymiş. Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne
kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf, çirkin bedende yara açılmadığını, can
alıcı darbelerin iz bırakmadığını görmüşler. Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler
ama en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile mandarine hiçbir şey yapamıyormuş.
Sonunda korkup kaçmışlar. Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden
etkilenmiş, bir kez daha, bu sefer aşk adına sevişmek istemiş. Onu hayranlıkla,
arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış. Gel gelelim, güzel kadının her dokunuşunda
mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş; dövüşün, darbelerin,
bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. İçten bir ilgi ve şefkat
görene dek gizli kalmışlar. Sonunda mandarin, kanlar içinde kadının kollarına
yığılmış, ölmüş."
"....zaman. O çok değerli, paha
biçilmez mücevheri tüketmek için önümüze çıkana sarılıyoruz. Düşmanımız o.
Sonsuzmuş gibi görünen gençliğim çoktan bitmişti, sonsuzmuş gibi görünen bir yaşam
da biterken bir düşten ötekine harcadığım hep zamandı. Sıkı sıkı
yapışabileceğim, bağlanabileceğim bir şeyler aramıştım sürekli. Yaşamı yaşamaya
değer kılacak bir inanç, bir düşünce, bir insan olmalıydı bir yerlerde. Bir
sokaktan diğerine, bir kitaptan ötekine, bir bakıştan bir başka bakışa hep bu
acınası, saf, tehlikeli inançla koştum durdum.
Dünyayı adım adım kat ettim, gözüme
ilişen her deliğe, çukura, kovuğa ellerimi uzatıp karış karış aradım.
Avuçlarımda bulduğum heo boşluktu, kader çizgilerimin arasındaki boşluk. Yaşamı
bütünüyle ıskaladım. Mutsuzluğumun hiçbir ödülü, değeri avuntusu olmadı.
Yalnızlığımla yaşamayı hiç öğrenemedim."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder