İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

9 Mayıs 2014 Cuma

Mucizevi Mandarin



Kitabı anlatmaya başlamadan önce kitabı bana anlamlı kılan dostum 
Fatma Zehra Sunay'ın mektubunda ki dizelerden başlamak isterim.


Güneş... Yıldız...

Yol uzun, güzergâh zorlu; ne demeliyim? 
Zarif kardeşim benim, 
Seni aldım yanıma, ikizimi almış yürüyor gibiyim. 

Sana yıldız sana güneş mi demeliyim, 
Günümde hayret gecemde hayret istedim 
Yer yer senin gibiyim ben yer yer kendim. 

İnsan olan yerlerim çok ağrıyor, 
Olsun, yine de sen kapanma, bu sıra benim, 
Yerine bırak ben incineyim.

Birhan Keskin


Uzun yol arkadaşlarım Sesil Yıldırım ve kendisi ile beraber okuduğumuz Mucizevi Mandarin’in büyüsünden kurtulmak benim için biraz zor oldu. O nedenle Fatma’cığım uzun uzun araştırıp armağan ettiğin kitap ve dostluğun için çok teşekkür ederim.

Aslı Erdoğan'la daha önce Kabuk Adam'la tanışmıştım.
Kelimelerine, uslubuna hayran kaldığım bir yazar.
Kitap 141 sayfa fakat her cümlesi her kelimesi o kadar derin ki sanki sayfalarca bir roman okumuş gibi oluyorsun kitabın sonuna geldiğinde.

Cenevre sokaklarında tek gözünü yitirmiş bir kadın, hiçliğin arasında yok olmuş...

Kitap hakkında diyebileceğim tek şey, hani boğazın düğüm düğüm olduğunda söylemek istediğin o kadar çok şey vardır da söyleyemezsin ya, 
hani kalbin acır, yanmaz ama gercekten acır karşımdaki incinmesin diye sakladığımız kelimeler vardır ya...
Bir kadının yüreğinin dağlanışı ancak bu kadar güzel kelimelere dökülebilirdi.
Sevgisizliğin bir insanı yokedişi, sevgi dilediğin kalplerin senden kaçışı, 
pişmanlık, acı, ölüm...

William Golding'in dediği gibi sevdiklerinize zaman ayırın yoksa zaman sizi sevdiklerinizden ayırır.

*Mandarin: Çin'de devlet memurluğu yapan kişilere verilen ad.




Alıntılar...


“Bir şehir, ancak içinde sevdiğiniz biri olunca yaşamaya başlar.”
"Süpermarketlerde satılan ürünler gibi, değişik marka ve renklerden oluşsa da özünde aynı, ucuza mal olmuş, el sürmeden, ince eleyip sık dokumadan üretilmiş insanlardan bıkmıştım. Dünyadan akıllıca yararlanma isteğiyle dolu, açık vermekten, kendini kaptırmaktan, ruhunu çıplak bir halde sergilemekten, zayıflıktan ve bağımlılıktan ölesiye korkan bir sürüden var gücümle nefret ediyordum. Elbette, nefret dünyanın en kolay ve en zevkli işidir, kayıp bir insanı uzun süre oyalayabilir, güçlendirir, sağ kalmasını sağlar."


“Şu ya da bu olduğu, sana şundan ya da bundan söz açtığı için değil, seni sevdiği ve sana hep döndüğü, ona ne kadar kötü davranırsan davran, bir kopek gibi sürekli geri döndüğü için birini sevmek…”


"Ne olursa olsun, hiç ama hiçbir şey o ilk anların yerini tutamıyor. Birbiriyle ilk kez bütünleşen bedenlerin tutkuya ani kaçışları... İki ırmağın kavuşması kadar doğal ve coşkulu. Bir ömür boyu sanki sadece bu anı beklemişcesine bedenler konuşuyor ve yeryüzündeki herşey susup dinliyor. Yalnızlıklar unutulmuş, yaralar sarılmış, bu tehlikeli, karmakarışık anlamsız dünyada sağ kalmaya çalışan korku dolu bir canlı bir başka varlığa sığınıyor, gelip geçici güvenliğe, sahte bir cennete kavuşuyor. Hayatın olağanüstü güzellikteki müziğini ansızın duyuveriyor. O müzik hep oradaymış aslında ama o hiç durup kulak kabartmamış."


“Şefkat bazen nasıl da ona en çok gereksinim duyanları paramparça ediyor.”


"Seni nasıl böylesine hırpaladılar? Aşk sözcüğünü duyar duymaz karmakarışık korkulara kapılıp gitmene; iki insanın birbirine en yakın olması gereken zamanlarda, uçuruma yuvarlanır gibi kendi içine dönmene; bakman, istemen ve sorman gerektiğinde başını öne eğmene; bedenin çırılçıplakken kafanı yastıkların altına gömmene kim neden oldu? Senden neyi esirgediler?"


“Bir insan ne kadar kötü dövülürse dövülsün, içeriden ya da dışarıdan, bedeni ya da ruhu ne kadar incinmiş olursa olsun, yaşamı yeniden sevebilir. Yeter ki kafasını hep aynı duvarlara vurmaktan vazgeçsin.”


“Varlığına inanmak zorunda olduğumuz “gerçek”I arıyorsanız eğer, oyunlardan söz edenlerin ve oynayanların ortasında, bence insanlara bakmayı öğrenin. Gizlerine, korkunç anlarına değil, yüzlerine hiç değil. ( Çünkü insan yüzleri yalandır sözleri de özellikle sözleri. Dostum, yazılmış ya da yazılmamış her sözün artık güç isteminden başka bir şey olmadığının farkında değil misiniz?) Bir şey beklemeyin onalrdan. Bakın yalnızca, bakışlarınızın sıcaklığında açılıp içlerini koybereceklerdir nasıl olsa (tıpkı sizin gibi, benim bakışlarımda). Böylece öğreneceksiniz susmayı da ağlamayı da.”


“Ancak sen ilgilendiğinde kanamaya başladı yaralarım, oysa hep oradaydılar. Şu an parmaklarımla kan damlalarında izini sürüdüğüm acı.
Gereksinim duyuyorum izlere, bir zamanlar acı çektiğimi hatırlatmaları için bile olsa gereksinim duyuyorum onlara. Zamanın geçip gitmesin, elimde hiç bir şey bırakmadan akmasına dayanamıyorum çünkü. Oysa her iz doğduğu anda ayrılıp başkalaşıyor onu yaratandan gerçekdışı oluyor. Herşey zamanla sahteleşiyor, yok oluyor, yenileniyor.”


"Yaşlı ve çirkin bir mandarin*, karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş. Sabaha karşı yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. Ne var ki mandarin, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin ehliymiş. Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf, çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin iz bırakmadığını görmüşler. Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler ama en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile mandarine hiçbir şey yapamıyormuş. Sonunda korkup kaçmışlar. Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha, bu sefer aşk adına sevişmek istemiş. Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış. Gel gelelim, güzel kadının her dokunuşunda mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş; dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. Sonunda mandarin, kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş."


"....zaman. O çok değerli, paha biçilmez mücevheri tüketmek için önümüze çıkana sarılıyoruz. Düşmanımız o. Sonsuzmuş gibi görünen gençliğim çoktan bitmişti, sonsuzmuş gibi görünen bir yaşam da biterken bir düşten ötekine harcadığım hep zamandı. Sıkı sıkı yapışabileceğim, bağlanabileceğim bir şeyler aramıştım sürekli. Yaşamı yaşamaya değer kılacak bir inanç, bir düşünce, bir insan olmalıydı bir yerlerde. Bir sokaktan diğerine, bir kitaptan ötekine, bir bakıştan bir başka bakışa hep bu acınası, saf, tehlikeli inançla koştum durdum.
Dünyayı adım adım kat ettim, gözüme ilişen her deliğe, çukura, kovuğa ellerimi uzatıp karış karış aradım. Avuçlarımda bulduğum heo boşluktu, kader çizgilerimin arasındaki boşluk. Yaşamı bütünüyle ıskaladım. Mutsuzluğumun hiçbir ödülü, değeri avuntusu olmadı. Yalnızlığımla yaşamayı hiç öğrenemedim."