İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Dokunmadan / Nermin Yıldırım




"Hikayeler böyledir, bazen sadece bir kişi dinlesin diye anlatılır. bir kişi çünkü,
 dünya demektir. dünya da hikaye..."diyor Nermin Yıldırım kitabın son sayfalarında.
Dokunmadan adını koyduğu kitap ile herkesi kendi kişisel iç yolculuğuna çıkarıyor.
Hani ben hep derim ya "Sevmediğin emek vermediğin hiçbir şeyin sana çiçek açmasını bekleme" diye işte öyle.
Kitabın ana karakteri Adalet doktorunun kendisine ölümcül bir hastalığa yakalandın demesi ile bütün hayatını temize çekmeye, dokunamadığı hayatlara dokunmaya ve bu geç kalınmışlık hissi ile kendini sürekli sorgulayarak işlediği ilk suçun peşine düşüyor.
Bu yolculukta ona eşlik eden çocukluk arkadaşı Mahsun'dan zorla kopardığı adını Hülya koyup konuştuğu oyuncağı eşlik ediyor.
Her uğradığı durak kendi içinde ona yeni bir kapı açıyor.
Adalet iyileşiyor...
Kalbi iyileşiyor...
Hülya Mahsun'la buluşuyor
Adalet Sadi Seber'le...
Altını çizdiğim birçok cümle ve kalbime geçmişe o geçmişte dokunabildiğim dokunamadığım bütün hayatlara dokunan bir kitap "DOKUNMADAN"

Altını Çizdiklerim

"İnsanlar da içlerinin karanlığını, ruhunu emdikleri başka insanların aydınlığı ile besliyor. Anlasana, herkes birbirinin katili. Ama sorsan, herkes Çobanyıldızı, herkes incitildi, herkes aldatıldı. Peki o zaman inciten kim, kim kırdı bunca insanı? Şunu kafana sok artık, kötülük bu türün hamurunda var."
syf:31

"İnsan sadece sigara, tiner yahut hap tiryakisi olmuyor ki. Mutsuzlukta bir iptila, yalnızlıktan geberecek ibi hissetmek ya da suçluluk da." syf:60

"Çünkü siz tek birinin sıcaklığının peşindeyseniz koca dünya sarıp sarmalasa ne fayda! Üşümekten kurtulamazsınız. Psikoloji ve matematik bilimleri birbirine hiç benzemiyor. Kalple ilgili çıkarma işlemlerinde gidip komşudan bir onluk alamazsınız. Onun yerine tutar kendinizi sıfıra tamamlarsınız. Bende öyle yaptım. Beni istemeyenleri ben hiç istemedim. Başkaları kalbimi kıracağına, bizzat kendim parçalayıp, artık doğru vakti göstermeyen bir saat gibi cebimde taşımayı seçtim."
syf:74

"Anlamakta en az işe yarayan vasıta, kelimeler. İçleri mi boşaldı, hor mu kullandım, yoksa sadece yaşlandım mı, emin değilim. Bildiğim şu ki, artık kelimelere güvenecek, kendimi onlara emanet edecek safdil zamanları geçtim. Susmanın bir ifade biçimi olduğu savunmuyorum. Ben sadece anlatmayı denemekten vazgeçtim."
syf:81

"Çünkü dünya denen çukura düşmüş herkes, her zaman sadece kendisiyle alakadardır. Söylenmiş yada kursakta düğümlenmiş kelimeler, bu hakikati değiştiremez. Öyleyse onlara neden bel bağlayayım?" 
syf:81

"Bazılarının ömrü hayallerine kısa kalıyor."
sfy:120

"Bazen bazı acayiplikler sırf bizim başımıza geldi sanıyoruz ya öyle değil. Dünya alışkın. Bizim hayretle anlamaya çalıştıklarımızı o ezbere okuyor. İyiliğimize, kötülüğümüze, mucize dediklerimize, hepsine şerbetli."
syf:125

"Size kalbini açmak isteyen birine, saat ve gün bildiremediniz. Ne zaman dolarsa o zaman taşardı."
syf:157

" Ama işte, insan bazı bedelleri ömür boyu ödemek istemiyor. Tek başına bir şey değil, kendinden büyük birşeyin parçası olmak istiyor bezen. Ummanın damlası, başağın buğdayı, ağacın dalı, hatta dalın çıtırtısı... Çareyi kainatın sırrında değil, kendi gibi bir başka ben'in yamacında arıyor. Ufacık bir yakınlık uğruna, canını sıkacak, kalbini kıracak, kendinide değişmeye zorlayıp hayatını büsbütün karartacak birilerini istiyor o zaman yanında. Gidip kanlı bir sunağa uzanıyor. İçinde yıllanmış cefakar, vefakar ben'i, uzak bir ihtimalden fazlası olmayan şaibeli bir biz hayaline kurban etmekten çekinmiyor. İlle de başka bir oyunbaz istiyor küçük, kederli oyununa. Çünkü insan denen illet, bütün o fiyakasının ardında, vurulmayı bekleyen sakat bir at yalnızlığına nöbet tutuyor. Evrendeki en hacimli kalabalığı, yalnızlıktan gebermek üzere olan insanlar oluşturuyor."
sfy:193

"Bir çocuk ölünce çünkü, dünya durmalı." 
syf:240

"Zaman diye birşey olmadığını, kalbin saatinin yalnızca olmuşla olmamışa ayarlandığını böylece anlamıştım. Evet, olmuşsa bir defa, sahiden olmuşsa, zamanı ne fark ederdi? Kalpte bir yıl bir saniye, bir saniye bir ömür demek değil miydi?"
syf:246

"Dışarısı çirkinleştikçe bir kaplumbağa gibi kapanmıştım sert kabuklu kendime. Ağırdı kendim, ezilmiştim. Ne kimseyi içeri almış, ne de dışarı çıkabilmiştim. Mahpus kalmıştım adına emniyet dediğim o müemmen sürgüne. Kendi kendime. dünyaya karşı uyuşmuştum böyle böyle."
syf:247

"Herkesin, her şeyin, anlama benzeyen bir sebebi yok muydu bu dünyada? Köstebekler kazmak, bulutlar yağmak, eller dokunmak için vardı. Dünyayla birlikte usul usul dönen bulutlara baktım. Beyaz, yüklü ve uzaklardı. Zavallıcıklar, kendim dedikleri şeyin, dünyadan topladıkları buz kristallerinden, su damlacıklarından filan ibaret olduklarını bilmiyorlardı. Dünyaya ait olanla şişip yüklenmişlerdi ve dünyadan aldıklarını yine ona vermek için, vakti gelince patlayacak, böyle uzak görünmelerine rağmen, eğilip alnıma, omuzlarıma dokunacaklardı. Yağmur bu yüzdendi. Kar bu yüzdendi.
Bulutlara baktım. Sanki her şey orada yazılıymış gibi yavaş yavaş kavradım. Benimki de onlarınkine benzeyen bir ağırlıktı; kap değil, dünya ağrısı. Sadece kendi dertlerimin değil, başkalarınkine derman olamayışın da yüküydü sırtımda taşıdığım. Senelerce kalbimi rendeleyen suçluluk hissi, bu yükün piçiydi. Kabuğun altındakilerden çok üstündekilerle, yaptıklarımdan ziyade yapamadıklarımla ilgiliydi. Başkalarının yanından bir gölge gibi sessizce geçişimle, dünyaya değmeden parmak uçlarımda yürüyüşümle. Kendime bir pusula, bir baston bulamamaktan yakınırken, kimseciklere baston, pusula olmayı beceremeyişimle."
syf:248

"İnsan kaçtığının kendi olduğunu unutunca, yola koyulur."
syf:256

"Biz insanlar, hepi topu yetmiş yıllık bir ömrü, tutunacak dal, sığınacak liman, boğulacak deniz aramaya harcayan zavallıcıklar; türlü hatalara diyet niyetine ömrümüzü eritiyor, labirentteki fareler misali çıkış yolları ararken, kaybolmanın ve kaybetmenin kederinden, bulmanın neşesine daireler çiziyor olabilir miydik?"
syf:289

"Bazı hallerde nasıl ayan beyan gümüşse sükut, bazı hallerde de gayet berraktır; susan alçaktır."
syf:290

"Aynı yüzemeyen gemideyiz. Kendimizi sahibi sandığımız her şeyin sadece hiç'iyiz."
syf:295

"Buradan bakınca tuhaf bir hafifliği var dünyanın. Hiçbir ateş sonsuza dek yakmıyor. Zamana ve sancıya dayanmanın en basit yolu, sonunda muhakkak geçeceğini unutmamak. Evet, her şey geçiyor. Sevmek bile, acı çekmek bile, kanamak bile, yaşamak bile, dünya bile, azalmayı dahi beklemeden bitiveriyor. Ağrı diniyor.
Uzun, ıssız, püfür püfür bir boşluk kalıyor geriye sadece. İnsan ancak o zaman aslolanın, yaşarken hasım sanıp ölümüne savaştığının, kadim boşluklardan ibaret olduğunu anlıyor.
Hayat denen sergüzeşt, zararsız ve uzak bir hatıraya dönüşüyor usulca. İpinden çözülen sala benziyor insan da, hafifliyor. Bilseydim bunu, ölülere ağlamazdım hiç. Ama zaten insan, gidenlerin ardından, en çok kendi kalışına ağlıyor."
syf:311



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder